19 Aralık 2015 Cumartesi

GELECEĞİN PARADİGMASINDA MUTFAKLAR


Üniversiteler, özel ve kamusal teknoloji kurumları ile şirketlerin kendi Ar-Ge birimleri gibi araştırmaya yönelik bütün kuruluşlar, öncelikle ait oldukları ülkelerin ulusal ve giderek bütün bir dünyanın global eski teknolojilerini değiştirir, yenilerini üretir ve yayarlar.  Bu etkileşim ağının dışında kalabilmek, bütün iletişim kanallarının kapatılması gibi imkansız bir önkoşula bağlıdır. Sürekli gelişen ve artık günümüzde kendi hedeflerini bile bilimsel sıçramaları ile kendisi koyan teknolojik yenilikler, eğitimden finansman sistemlerine kadar, piyasa içi veya piyasa  dışı, istisnasız her şeyi etkilerler.

Bu teknolojik gelişme süreci, kendisini üreten (ve hatta üretmeyen) insan nesillerini etkisi altına alır; sosyal yaşam, düşünme biçimi ile değerler ve yargılar gibi her konuda özelleştirir. Dikey analizde bu etkileşimin, insanların psikolojik yapılarından sosyo-ekonomik konumlanmalarına kadar hemen her alanda ortaya çıktığı, nesillere bile ad verdiği apaçık ortadadır. Yatay analizde bakıldığında, bu teknolojik sürece katkı sağlayamayan, üretmeden satın almak zorunda kalan coğrafyalardaki  düşük gelirli bireylerin, doğal olarak gösterilen imrenme davranışları ile yaptıkları harcamaların kendi piyasaları üzerindeki etkilerinin de çok olumlu olmadığı görülür.  

Dünyanın neresinde olursa olsun, iletişimden kopamayacağı gerçeği ile yüzleşmek zorunda kalan, giderek yoğunlaşan psikolojik ve sosyo-ekonomik baskılara maruz bırakılan insan, yeme-içme ve barınma gibi en temel iki yaşamsal ihtiyacında bile önüne konan seçeneklerden başkasına sahip değildir. Fakat bu, sadece günümüzün değil, bütün bir insanlık tarihinin, yarınlarda da devam edecek olan dramı, insanlığın paradoksudur. Ateşi ve tekerleği ve hatta çeliği bulduğu günden bugüne insan, sürekli olarak teknolojisini yeniliyor fakat toprağa döneceği güne kadar da hep kendi eskisinin özlemi ile kıvranıyor. İnsan beyninin bu paradoks ile ilişkisi, aslında bütün yeniliklerin motorudur fakat mutluluğun anahtarı olup olmadığı tartışılır. Çünkü bu kendisini besleyen ve doğrulayan çelişkinin girdabı içindeki insan, eskiye imrenmek kadar sahip olamadıklarına imrenmek gibi bir zaafı da beyninde taşıyor.

Hayatının -ortalama-  26 yılını uyuyarak  geçiren insan, sadece bedenini mi dinlendiriyor? Yoksa, günün  en az iki saatini trafikte, 8-12 saatini işyerinde geçirirken yorulan beyni için mola mı veriyor?
Cevabı profesyonellerine bırakıp, insanın midesi ile olan ilişkisine bakalım. Bu ilişkinin temeli olan mutfakların, teknolojik yeniliklerle nasıl da imrenilecek ortamlara dönüştürüldüğünü hepimiz çok yakından biliyoruz. Fakat, acaba aldanıyormuyuz? Sahip olduğumuzda, bedel olarak neleri kaybedeceğimizin hesabını yapıyormuyuz? Beynimiz bize bir oyun mu oynuyor?

Evin gençleri bu değişimi mutlak surette isteyecek, baskı bile yapacaklardır. Çünkü henüz onların eski anıları yok, içinde doğdukları ortamdan bıkkınlıkları var. Bugün muhasebe yapmak zamanı anne babaların, onlar bunu henüz idrak edemezler. Bir annenin, evdeki tek kalesini terketmesinin, anaerkil egemenliğinden vazgeçerek sınırlarını açmasının anlamını bilemezler. Kıyıda köşede sakladığı buruşuk kağıtlara gizli gizli bakarak yemek yapmanın getirdiği gururdan yoksun kalmanın nasıl bir acısı olacağını bilemezler. Teknolojinin şeffaf olmaya mecbur bıraktığı, adeta hiçbir sırrı olamayacak kadar ortalıkta yaşamak zorunda bırakılan çağın gençleri,  akıllı telefonlarından tarif alıyor ve gocunmak hiç akıllarına gelmiyor. Büyük olasılıkla lezzet peşinde değiller, olamazlar da. Şeffaflık, lezzeti değil, farklılıkları araştırmayı gerektiriyor; lezzet peşinden gelir nasıl olsa. Bu duruma düşen bir  annenin, 1980 ve öncesinde doğmuş olduğunu düşünmek yanlış olmaz. Günümüzde x kuşağı olarak adlandırılan bu annenin nesli, hiç savaş görmedi fakat her zaman otoriteye saygılı oldular. Kadınların meslek edinerek çalışma hayatına atılmalarındaki ilk kuşak idiler. Doğum kontrolu bu nesil ile başladı. Az çocuklu, küçük aileler trendini başlattılar; ekonomik özgürlük iddiası ile işverenlerin kapılarını aşındırırken kocalarından da eşitlik talep ettiler. Kendi annelerine garip gelen bu davranış biçimleri ile, kendilerinden öncekilerin yaşam tarzını yani bütün kollektif düşünce biçimlerini reddettiler.  Fakat mutfaklarını, o hiç terketmedikleri gizli kalelerini, annelerinden devir aldıkları içgüdüleri ile ancak buraya kadar getirebildiler. Teknolojiyi sadece gerek duyduğunda kullanmış olan bu nesil, teknolojiyi her saniye kullanan  çocukları tarafından itekleniyor fakat  kendilerinin başlattığı bireysellik ve eşitlik paradigmasının ikinci ayağına yani şeffaflık aşamasına geldiklerini göremiyor ya da kabullenemiyorlar.

Kendilerinden bir önceki kuşak, savaş görmüş, acılar çekmiş bir kuşak idi. Her şeyi kollektif düşünür, herşeyi birlikte yaparlardı. O günlerden kalma deyişle, hepsi birisi ve birisi hepsi için idi. Bugünün gençlerine, Millenium kuşağına analık babalık yapanlar, onların bu kollektif felsefesini yıktılar, bireysellik ve eşitlik paradigmasını getirdiler. Şimdi kendi çocukları, bu paradigmayı yukarı taşıyor, yepyeni ve alışılmamış değerler katıyor, eski değerleri yerle bir ediyorlar. Hiç şüphesiz, ilk darbeyi yeme içme alışkanlıkları ve mutfaklar alıyor. Herşeyin şeffaf olmasının zorunlu olduğu günümüzde, mutfaklar da şeffaf olacaklar: içleri görünecek, salonun bir köşesine ve hatta tam ortasına bile konacaklar. Garip gelebilir fakat bunu öncelikle kızlar istiyorlar. Çünkü hiç kimseye, kendi çocuklarına bile hizmet etmek istemiyorlar.

Beyin bu kadar değişebilir mi? Yoksa bunu zaten beyin mi istiyor? Bu trendin sonu yeni bir paradigmaya gebe olabilir mi? Gelecekte mutfak diye bir yer kalmayacak mı? Bütün bu ve benzer soruların cevabı çok basit: yükselen her paradigmanın, maksimum bir tepe noktası vardır. Bu tepe noktasına yaklaştıkça, çıkış yavaşlar çünkü sistem kendisini taşımakta giderek zorlanmaya başlar.
Bir yandan kendi artan ağırlığı ile hantallaşırken öte yandan, dipten gelen yeni paradigmanın dalgaları ile giderek daha fazla sarsılmaya başlar ve nihayet yıkılır. Bu eğriyi gözlemlemek, özel bir ihtisastır, özel bir çalışma alanıdır: üniversiteler, özel ve kamusal teknoloji kurumları ile şirketlerde faaliyet gösteren istisnasız bütün Ar-Ge birimlerinin, konu ile ilgili araştırmalarının takip edilmesini gerektirir. Bu çalışmaları yapan biri olarak, önce kapalı ve sonrasında şeffaf, günümüzün bütün mutfak terminolojisinin önümüzdeki 50 yıl içine mutlak surette değişeceğini, hatta tamamen biteceğini iddia ediyorum. Bu, benim arzum değil, gelecek çalışmalarımda ortaya çıkan bir zorunluluk.

Özlem Yan Devrim

Endüstriyel Tasarımcı - Tasarım ve Trend Danışmanı
Applied Futurist

www.trendssoul.com